top of page

ONUROLLSTYLE BLOG




Cannes’da sabahın erken saatinde kalkıp kahvaltı faslını otelde geçirdikten sonra otel resepsiyonunda duran resepsiyon görevlisine Antibes ve Saint Paul de Vence’ye gitmek istediğimizi bu konuda yardıma ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz. Otel çalışanı bu konuda bize gerçekten yardımcı oluyor ve hatta harita üzerine bineceğimiz otobüs numarasına kadar yazıyor.

 Konu seyrüsefer olunca herşeyi göze almak gerek. İşte bu yüzden bizde herşeye hazırlıklıydık. Çantamızın içinde yedek kıyafetler havlumuz şapkamız vs. ile

otelden çıkıp yakın mesafede bulunan tren istasyonuna varıyoruz. Bilet almak için makineler var fakat biraz garip olduğu için yardım sayesinde biletlerimizi alıp Antibes’e doğru yol alıyoruz. Yaklaşık 8-10 dk’lık bir yolculuk sonrasında Antibes tren istasyonuna varıyoruz.

Şehir merkezine varmak için biraz yürüyoruz. Antibes’in çevresini saran surlar karşılıyor bizi deniz kenarında.

Limanı lüks yatlarla çevrili, rengarenk bir yer burası. Roma döneminden kalma bir kasaba. Fransızlara geçtikten sonra zengin Avrupalıların çamların arasında yüksek duvarlı lüks evler yaptırdığı popüler bir Akdeniz kasabası haline gelmiş zamanla. Kasabanın zenginliği her halinden belliydi. 

Antibes‘te gezmeniz gereken üç önemli bölge var; sevimli sokakları ve müzeleriyle hemen limanın girişinden başlayan Old Town, the Cap d’Antibes ve Juan-Les-Pins.

Antibes’in en kalabalık ve popüler sokağı Old Town’daki Rue Sadeen turistik yer. İllaki buradan geçiyorsunuz. Old Town’ın ara sokaklarında bir sürü küçük ve sevimli renkli kepenkli dükkanlar ve mağazalar var. 

Ours Masséna’daki Marche Provençal’a (Antibes’in kapalı pazarı ) mutlaka gidin. Bu pazar yerel çiftçilerin ürettikleri sebzeler, meyveler, balsamikler, zeytinyağları, zeytinler, peynirler, balıkçıların sabah denizden getirip tezgahlarına attıkları balık ve balık ürünleri ile adeta bir görsel şölen. Biz vardığımızda daha yeni yeni toplanıyordu. Sabah saatlerinde kurulan pazar öğleden sonra kaldırılıyor.

Antibes, geçmişte Picasso ve Max Ernst gibi birçok ressamın altın yıllarını yaşadığı bir yer olmuş.  Juan-Les-Pins’de yer alan 12. yüzyıldan kalma ve Monaco kraliyet ailesinin eskiden yaşadığı yer olan Grimaldi Şatosu’nda Musée Picasso var ve kesinlikle  görülmeye değer bir yer. 

Picasso’nun resim ve heykellerinden oluşan, kapsamlı bir müze. Picasso, 1946’da şatonun bir bölümünü atölyesi olarak kullanmış ve 150’ye kadar eserini buraya bağışlamış.

Özetle; bir gün boyunca çok harika vakit geçirebileceğiniz bir kasaba Antibes. 

Çok heyecana kapılıp kalmak bile isteyebilirsiniz.

Yolunuz Cote’ d Azur’a düşerse kesinlikle burayı atlamayın. Geldiğinize hiçbir şekilde pişman olmayacaksınız.

Antibes sokakları ve Picasso müzesini gezdikten sonra şehri kuşatan plajına girmeden kesinlikle dönmeme kararındaydık. Kalenin surlarının üzerinden geçen yolu yürüyerek yaklaşık 20 dk kadar sonra plaja ulaştık. 

Plaj yakınındaki bir büfeden yiyecek ve içecek birşey alıp Antibes’in sularına kendimizi bıraktık. Buralarda denize girmek bizim için artık farz olmuştu her neresi olursa olsun kesinlikle denize girmeden dönmemeliydik sanki 🙂

Plaj faslını çok uzatmadan ve bir sonraki keşfedilecek noktaya geç kalmadan çabucak toparlanıp şehrin içerisinde 400 nolu otobüs arama macerasına soyunduk fakat ne o numarada olan bir otobüs ne de gitmek istediğimiz Sain Paul de Vence’ye buradan bir araç kalkıyordu…

Hepeyi bir yol yürüyerek ki alıştık artık, tekrar tren garına geldik doğru olan rotayı burada bulmuştuk. Tekrar trene binip bu sefer yaklaşık 10 dk. lık mesafede olan Cagnes Sur Mer’e ardından da aradığımız 400 nolu otobüse binip yaklaşık 20 dk sonrasında Sain Paul de Vence’ye ulaşıyoruz…


Saint Paul de Vence

Bir kasaba düşünün . Her gördüğünüz köşenin fotoğrafını çekmek, her sokağa girmek , her dükkanı gezmek için dayanılmaz bir arzu duyuyorsunuz . St. Paul de Vence böyle bir yer . Anlatılmaz yaşanır derler ya , işte onlardan. Ama gene de biraz anlatayım. 

Kasabaya vardığımızda ilk olarak baktığımız şey son otobüs’ün kaçta olduğuydu burada geçirecek ne yazık ki çok fazla zamanımız yoktu toplam 1,5 saat sonra son otobüs hareket edecekti ve bu yüzden hayal ettiğimiz yemek faslını es geçmek zorundaydık.


Kasabayı gezmeye meydandan başladık. Meydanda kasabalıların petank oyunu ile karşılatık!

Bu gerçekten büyüleyiciydi! Yerlerde ve ellerinde olan çelik topları hala ne yapamaya çalıştıklarını anlamasamda görüntü açısından mükemmel olduğunu söylemeliyim.

Daha sonra, Rue Grande’ı takip ederek, ard arda yer alan şık sanat galerileri ve butiklerin arasında bulduk kendimizi. Neredeyse bu kasabada yer alan tüm dükkanların bir benzeri daha yok.  Burada yaşamış ünlü ressamların reprodüksiyonları tüm galerilerde satılıyor. Gerçekten tarif edemeyeceğim güzellikte butikler, takı dükkanları, sanat galerileri, parfüm dükkanları, sabun dükkanları, zeytinyağı dükkanları var burada. 

Deniz ile neden daha erken buraya gelmedik diye hayıflanıyoruz diğer taraftan da instagram ve blog için fotoğraflar çekmeye devam ediyoruz.

İkinci bir otobüs kaçırma durumu ile gerçekten karşılaşmak dahi istemiyoruz çünkü bu geldiğimiz nokta Cannes’a oldukça uzak bir mesafede…


Şehri 1,15 dakika içinde dolaşıp en azından bira içecek vakit için kasabanın girişindeki kahvede oturuyoruz.

Günün tadını hala çıkaramamanın etkisi ile buranın ne kadar güzel bir olduğunu hatırlatıyor hatta bir delilik edip kalsak mı diye düşünmeden edemiyorduk fakat yarın için başka bir noktayı gezmemiz gerekiyordu…. 

Bir sonraki rotamız İle St. Honorat ( Honorat Adası)


































Sanırsam şu aralar seyahat etmek beni en mutlu eden şey. Gitmek fikriyle başlayan bir heyecan benimkisi. Gittiğim yer neresi olursa olsun mutlaka seveceğim bir şey bulmak konusunda üstüme yok!

Festivaller ve plajlar birbirinden şık giyinen insanların olduğu Cannes’e yolumuzu düşüyoruz. 3 günlük Nice gezimizden sonra belkide Cannes’in hayalini kurarak geldiğim yerde diyebilirim.

Fransa’nın güneyinde Cote d’Azur’da yer alan ve Cote d’Azur’un en meşhur şehri olma özelliğini taşısa da benim için Nice daha özel olacağından eminim…

Film festivali, kumarhaneleri, deniz ürünleri, restoranları ve beş yıldızlı otelleri sanırım burayı tanımlamak için yeterli. Her yıl Mayıs ayında düzenlenen Uluslararası Cannes Film Festivali şehre canlılık katan, hatta şehrin ana gelirini oluşturan en önemli etkinlik. Cannes için festivaller şehri de deniliyor. Hepsi film festivali kadar meşhur olmasa da yılın her ayı mutlaka uluslararası bir fuar ve etkinlik takvimi var. Şehrin önemli gelir kaynaklarından birinin festival turizmi olduğu söyleniyor. Ama film festivali, şehri kış uykusundan uyandıran, sokaklara döken en büyük olay. Özetle hayat bir festival gibi akıyor Cannes’da.

Cannes’a vardığımızda saat öğleni gösteriyor gibiydi. 

Çabucak otelimize ( Hotel Montaigne ) yerleşip biraz dinlenceden sonra Deniz ile hazırlanıp şehir turu yapmaya karar verdik.

Otelden çıktığımızda buranın en meşhur caddesi olan Rue Meynadier’i ardından caddenin açıldığı sahili gezmeye başlıyoruz. 

Cannes’ı hissetmek, geniş kaldırımlarını, dar sokaklarını, plajlarını, mor salkımlarını, sahil boyunca devam eden palmiyelerini görmek için yürümeyi tercih edin. Aslında Eski ve Yeni Cannes olarak iki ayrı bölümden oluşuyor. Yeni Cannes, çok lüks mağazaların, otellerin, restoranların olduğu, alışveriş meraklılarının gözünü burada açtığı ve bir ucundan diğerine 20 dakikada yürünen La Croisette Caddesi. Eski Cannes ise Le Suquet denilen şehrin tepesinde bulunan küçük ama şirin mi şirin bir mahalle.


Film festivalinin yapıldığı Palais des Festivals’de kırmızı halılı merdivenleri de burada. Kırmızı halıda günün her saati birilerinin poz verdiğini de unutmamak lazım.


Ayrıca yol boyunca 300 kadar yıldızın, el izinin yer aldığı Allée des Etoiles’i, yani Yıldızlar Kaldırımını da unutmamak gerek. Cannes’da en çok fotoğrafın çekildiği yerler de buralardır sanırım.

Fakat ne Deniz’in ne de benim çok dikkatimizi çekmiyor! Belki de biz keşfetme ruhu ile çıktığımız bu yolculukta daha değişik olanı arıyorduk ki nitekim de bulduk. Mesela eski şehir tam bize göreydi. 

Her bir bölgeye vardığımızda muhakkak bir etkinlik olmasına alışmış olacağız ki yada çekiyoruz bunu bilemiyorum. Bir kaç çekip yapıp yürüyüşe devam ederken Cannes’da karşılaştığım bir arkadaşım tarafından akşam için büyük bir parti olduğunu öğreniyoruz. Halk plajının büyük bir bölümü akşama başlayacak olan parti ( Les Plages Electroniques ) için kapatılmıştı. 

Yemeğimizi Rue Felix Faure’de adını henüz hatırlamadığım fakat menüsü oldukça kalabalık olan bir restoranda yedik. Birkaç günlük kabuklu deniz ürünlerinden artık yeter dediğim için burada et yemeği tercih ettim ve oldukça başarılı olduklarını da söylemem gerekiyor.

Yemeğimizi yedikten sonra akşamki parti için daha rahat kıyafetler giymek için otele ardından da tüm bir plajı kaplayan parti alanına yol alıyoruz.


Parti adından da anlayacağınız üzere daha çok gençlere hitab eden bir partiydi. Bir taraftan kurulan alanda dans edenler diğer tarafta denizin içinde dans eden gençlerle doluydu. Herkes deli gibi eğleniyor burada! Parti yaklaşık saat gece 01:00′ e kadar sürdü. Deniz erkenden otele çekildiği için parti sonrası ben biraz şehri dolaştım. Açık olan bir büfeden biramı alıp Cannes’ı şöyle bir gece turladım.

Ertesi gün sabahın ilk ışığıyla beraber otelimizden ayrılıp Cannes’nın plajlarına doğru yol alıyoruz. Burada da her özel plaj yanında mutlaka halk plajları da bulunuyor buradaki özel plaj sayısı sahil boyunca dizili otellerin yoğunluğundan dolayı bir çoğu otellerin kendilerine ait. İsterseniz giriş ücreti ödeyerek kullanabilirsiniz fakat önünüze açılan koskoca plaj netice de aynı olduğu için ve ayrıca çokta lükse düşkün değilseniz normal halk plajında denize girip güneşlenebilir arzu ediyorsanız yemeğe özel plaja geçebilirsiniz. Bizde tam öyle yaptık biraz güneşlendikten sonra buradaki Miramar Plage’ye gelip yemek yedikten sonra yolumuzu önce Antibes, sonrasında bambaşka bir köy olan Le Saint Paul’a uzatıyoruz…

Bir sonraki postu bekleyin!



















































Beni takip edin lütfen sizi Cote d’Azur’un saklı güzellikleri ile buluşturacağım!

Nice’deki 3. günümüzde daha önceden haritadan işaretlediğimiz ve muhakkak görmeden dönmeyeceğimiz yerleri keşfe çıkmak için hazırlık yapıyoruz. Otel resepsiyonuna inip bu saklı koy ve köye nasıl gideceğimiz hakkında bilgi alıyoruz önce…

Önce Nice şehir merkezine yani Garibaldi meydanı yakınında duran otobüs istasyonunda 81 nolu otobüs ile yolculuğumuza başlıyoruz. Buralarda otobüs bileti almanıza gerek yok her otobüs içinde 1,5 Euro ödeyerek  yolculuk edebiliyorsunuz.

Yaklaşık yarım saat süren yolculuk sonunda St. Jean – Cap Ferrat’a ulaşıyoruz. Son durak’ta karşımıza tüm yarımadanın manzarasını avuçlayan bir kafe ile karşılaşıyoruz ve burada birşeyler içmek için küçük bir mola veriyoruz.

St jean- Cap Ferrat yaz döneminde Nice ve çevresinin yoğun turist akınından kendinizi koruyarak tatilin tadını çıkartabileceğiniz görece sakin bir destinasyon. Ulaşımın trenle sağlanmaması bunun başlıca nedenlerinden biri. Ayrıca hem Fransız hem de dünya zenginlerinin yıllardır tercih ettikleri tatil destinasyonlarından biri olarak da dikkat çekiyor.

20. yüzyılın başlarında Belçika Kralı 2. Leopold‘un St Jean cap Ferrat’da mülk satın alması ile dünya zenginlerinin dikkatini çekmeyi başaran bu yarımadada sonraki yıllarda, meşhur Rothschild ailesinden Beatrice Ephrussi de Rothschild Toskana tarzı bir saray yaptırır. Nitekim bu yapı şuan müze olarak ziyaretçilere açık. Charlie Chaplin, Elisabeth Taylor da burada evi olmuş ünlü isimlerden ilk akla gelenler. Bugün de St Jean Cap Ferrat’da evi olanlar arasında Microsoft Kurucuları’ndan Paul Allen da yer alıyor.

Bu kadar bilgiyi edindikten sonra kadehlerimizi güzel yarımadaya kaldırıp havanın bunaltıcı sıcağından biran önce kendimizi serin sulara atmak için plajın yolunu tutuyoruz. Plaj şehir merkezinden aşağı doğru bir çok güzel yapı ve hediyelik eşya satan ufak dükkanlar arasından açılarak sizi kucaklamaya hazır bir şekilde bekliyor.

Buranın en popüler plajı olan Paloma Beach’e doğru yol alıyoruz fakat rezervasyon yaptırmadığımızdan dolayı yer bulamıyoruz ama çokta önemsemiyoruz çünkü hemen yan tarafında halk plajına girip sonrasında yemek yemek için plajın restoran bölümüne geçiyoruz.

Paloma Beach gördüğüm en güzel plaj konseptine sahip yerlerden biri diyebilirim. Gerek konumu gerekse çalışanları ile benden tam not aldığının altını özellikle çizmek isterim. Nice’den başlayan tatilimiz boyunca sürekli karşımıza çıkan Türk turistlerin bilgisini de burada vermek isterim. Bu daha sonrasında da devam ediyor ki kendinizi bazen hiç yabancı bir yerdeymiş gibi hissetmiyorsunuz doğrusu :))

Saatimizi kontrol edip çok geç kalmadan Eze Köyü’ne gitmek için çabucak hazırlanıyoruz. Bizi St. Jean Cap Ferrat’a bırakan otobüsü yakalayıp Eze köyüne gitmek için tekrardan biniyoruz ve ufak bir dalgınlıkla inmemiz gereken durağı kaçırıp başka bir yol kenarında iniyoruz. 

Bilmediğimiz bir yol üstünde yukarı doğru tırmanmaya karar veriyoruz ama olacak gibi değil! Hava o kadar sıcak ki o yolu yürümemizin imkanı olmadığını anlayıp otostop yapmaya karar veriyoruz. Yaklaşık 4-5 araç sonrasında bir araç duruyor önümüzde ve hemen binip Eze’ye gitmek istediğimizi söylüyoruz. Aracı kullanan genç anlıyor bizi ve yol alıyoruz köy’e doğru…

Buralara ingilizcenize güvenip aman gelmeyin derim. Bizi yoldan alan çocuk dahil hemen hemen hiç kimse doğru düzgün ingilizce konuşmuyor. Ya çok az kelime biliyorlar yada beden dili ile anlaşmak zorunda kalacağınızı şimdiden söylemem gerek sanırsam…

Neyse yaklaşık 10 dk sonra köy’ün meydanına varıyoruz. Köy’ varır varmaz tepeye çıkmadan önce yol üstünde bulunan restorana girip birer pizza ve buz gibi bir şişe roze şarap açtırıp hem deniz hem de yol yorgunluğumuzu unutmaya çalışıyoruz.

Eze Cote d’Azur da denilen güney Fransa’da küçük ve çok sevimli bir kasaba. Geçmişi ortaçağa (12.yy’a) kadar dayanıyor. Nice ve Monako arasında yer alıyor. Bu köyün en önemli özelliklerinden biri ünlü düşünür Nietzche’nin bir dönem burada yaşamış olması ve Nietzche burada yaşadığı dönemde “Böyle buyurdu Zerdüşt” kitabını burada yazmış. Hatta köyde “Nietzche yolu” denen bir yol da var. Nietzche bu yolu her gün kullandığı için adı öyle kalmış. Dünyada çok az olduğu söylenen parfüm fabrikalarından (daha doğrusu öz üreten fabrikalardan) Fragonard ve Galimard’ın burada bulunması. Alfred Hitchcock ise “Kelepçeli Aşık” filmini burada çekmiş.

Böyle güzel bir köyde yarım gününüz rahat harcanır. Fazla koşturmadan , herşeyin tadına vararak gezmek gerekli. Bir de kaktüs bahçesi varki görülmeye değer. 6 euro vererek gezebilirsiniz. Özellikle kaktüs sevenler deniz kızı heykellerini de görerek bu bahçeyi severek gezeceklerdir. Margot isimli deniz kızının atında şöyle yazar :

” Beni takip et genç adam ve sırlarımı öğren..

Hemen hemen…”

1949 yılında ziraat mühendisi Jean Gastaud tarafından tasarlanan Egzotik Bahçe, agav, aloevera, yuka, kaktüslerin onlarca çeşidi ile bezenmiş.. Egzotik Bahçe’nin içi heykeltıraş Jean- Philippe Richard tarafından yapılmış, “Yeryüzünün Tanrıçaları” konulu kadın heykelleriyle süslenmiş. Kalenin arka kısmında ünlü Fransız aktörü Francis Blanche’ın de yattığı mezarlığı ve dağlar arasından süzülerek akan otoyolu izleyebilirsiniz. Eze’in tepesinden St-Tropez’i hatta Korsika Adası’nı bile görebilirsiniz. Köyün tepesinden aşağıya inerken ufak şirin bir yer keşfediyoruz. Adı Deli olan bu ufak şirin mekanda birer bira içmeye karar veriyoruz. Sanırsam mekanın işletmeci olan tatlı ve güler yüzlü kadınla koyu bir sohbete koyuluyoruz bizi o kadar çok seviyor ki elleriyle bize mükemmel derecede lezzetli ton balıklı sandviç hazırlıyor. sohbet sohbeti açarken biz oradan hiç kalkmak istemiyoruz…

Deniz son anda son otobüs’ün kaçta olduğunu soruyor kadına, o da ne biz son otobüsü kaçırmış olduğumuzu öğrendiğimizde bunu fazla da dert etmiyoruz nasıl olsa tatildeyiz.

Neyse öğreniyoruz ki yaklaşık 45 dk bir yürüyüş sonunda köyden merkeze inebilirmişiz fakat benim bu pek içime sinmiyor havanın kararması ve dağlık çayırlık alandan aşağıya inmeye cidden ürküyorum. 

Bu yüzden nasıl otostop ile geldiysek o şekilde dönmek için durakta beklemeye başlıyoruz. Neyse ki yaşlı bir amca tamda gitmek istediğimiz yere yani Nice’e gidiyormuş bizi Garilbaldi meydanına bırakıyor. 

Garibaldi meydanına gelmişken burada da bir kafeye oturup buradaki son gecemiz için plan yapmaya başlıyoruz. Akşam için yine yolumuzu G-Bar’da geçirmeye karar verip Nice’e veda ediyoruz.

Cannes’da görüşmek üzere…

Bu arada tatil fotoğraflarını instagramdan #onurollstyleontheway hashtagi ile takip edebilirsiniz.











































  • Instagram - Siyah Çember
  • Facebook - Siyah Çember
  • Heyecan - Siyah Çember
  • TikTok
  • YouTube - Siyah Çember
  • Pinterest - Siyah Çember
  • Spotify - Siyah Çember
  • indir (3)

Tüm Videolar

Tüm Videolar

Tüm Videolar
Video ara...
İtalya’da Venedik Karnavalı -  Venedik Tatili ve  Venedik Karnavalı Hazırlığı ve Muhteşem Parti

İtalya’da Venedik Karnavalı - Venedik Tatili ve Venedik Karnavalı Hazırlığı ve Muhteşem Parti

07:01
Videoyu Oynat
En Güzel Yunan Adalarını Geziyorum! Meis, Rodos, Simi ve Halki ( Chalki ) Adası

En Güzel Yunan Adalarını Geziyorum! Meis, Rodos, Simi ve Halki ( Chalki ) Adası

08:44
Videoyu Oynat
Günü Birlik Yunan Adası Simi ( Symi ) Adası Gezisi. Günlük Rodos - Simi Turu

Günü Birlik Yunan Adası Simi ( Symi ) Adası Gezisi. Günlük Rodos - Simi Turu

05:08
Videoyu Oynat
Roma'ya Seyahat Etmeden Önce Bu Videoyu İzle, Roma’da Gezilecek Gezilecek Yerler.

Roma'ya Seyahat Etmeden Önce Bu Videoyu İzle, Roma’da Gezilecek Gezilecek Yerler.

05:33
Videoyu Oynat

© 2024 by Onurollstyle.co. 

bottom of page